Tuesday, December 30, 2014

Razıydık

Razıydık.. Biz razı olan insanlardık. Sorsan olmazmış gibi görünen, olmazmış gibi gerilen ama razı olarak seven insanlardık. Halbu ki o kadar basitti ki hayatımız, o kadar basitti ki arzularımız. Bir sobaya ekmek koymak isterdik misal, biraz kestane atmak. Okumak isterdik bir köşede, Gibran sevmiştik bu gece.. Razıydık. Olmazmış gibi görünen ama razı olanlardık, olandım..

Saturday, December 27, 2014

She was warm.
That’s how I remember her best.
Cuddling up to her from behind in the morning, 
making sure she was awake before I annoyed her. 
She’d giggle and pull her hand across my back.
I’d feel, her smiling, before I’d look and see it.
She loves me, I always know.

Thursday, December 25, 2014

Bir buket çiçek

Her cumartesi akşamı dönerken eve bir  buket çiçek alırım ben kendime. Nedendir bilmem bu israfım. O kadar sıcaktır ki evim dayanamazlar bir gece bile. Sabaha usulca solmaya başlamış yüzleriyle karşılaşırım. Yakınırım, ben aldım diye mi bu tavır derim. Almamalıydım. Sonra sonra yangın merdivenine koymaya başladım onları. Alıştılar zira yeni buket gelene kadar dayanır oldular. Uyanır uyanmaz mor perdemin arkasından bana bakıp durdular. Hiç çiçek almamıştım belki bundandır, hani hep yoktur ve hep açtır ya insan bir şeye ben hep aldım. Her cumartesi akşamı tam 4 aydır, binmeden trene sağdaki büyük markete saptım. Biraz ekmek, bir minik peynir, dayanamayıp biraz çilek ve bir de bir buket çiçek aldım..



Monday, December 8, 2014

Dökülen yapraklara dökülen hayatlar karışmış..
Son bakışlar son olduğu bilinmeden buluşmuş..
Gidenlerin ardından tüm kara haberler pek tez yayılmış..
Fazlaydı bu sonbahar bu uzakta diyarda kara haberim, zira bedenim sıkışıp kaldı altında istemsiz. Kırıldım kırılıcam, parçalandım parçalanıcam diye beklerken kayıpların acısında kayıpların gücündeyim..
Zira yorgunum zira üzgünüm bıraktığımı yerinde bulamayacak olmanın acısındayım..
Tez zaman sonra tez yayılan kare haberi anlayacak olmanın darlığındayım..
Gerilip kalmış omuzlarım..
Zira yorgunum Olric.
Çok bu sonbahar kaybım...

Thursday, December 4, 2014

Run


The art of running away is finding places where you have space. Where normal is a different size or shape or color, so you can grow new edges, so you expand into new corners you didn’t know were available. You are still you, but your definitions for normal and special change, so you can find places where you fit better, or belong more. If you are really lucky, you can find your home, the place that is just the right shape and size for you. I haven’t found that yet, and I am not sure I am supposed to. I do know that I have found places with fewer boundaries, so I can be more me, more of the time. I can relax about not being normal and find more joy in being my true self.
 
So run, bless you, run!

Sunday, November 23, 2014

Sırtımı dayadığım duvar

Sırtımı geceleri minik yaşam alanıma gelince dayadığım duvar, aslında uzun zamandır dayamak istediğim duvar. Mumum tüketmiş kendini siyah bir leke bağlamış başını, ne yaktın Buse beni der gibi yanıyor, duruluyor ve yeniden alevleniyor usulca. Yerde bir köşede yoga matı var bu gece. Kendimi bırakmayalı epeyce olmuş. Kütüphaneden satın aldığım o kitapları ne yapıcağımı bilemeyince üstüste koymuştum minik bir sehpa görevi görmeye başladı yakın zaman önce, üzerinde into the wild soundtrack i çalıyorum bu gece. Camıma bir kaç zaman önce yapıştırdığım kardanadam karı bekliyor usulca. Peki ya ben, ben neyi bekliyorum? Evden ayrılıp Fransaya gittiğim zamanlarda çay kutusunun üstüne bırakmıştım şaşkın şirini, yerini değiştiremedim gelirken bu yolculuğa da. Çok çıkar ya aynı oyuncak sürpriz yumurtadan aynısını buraya da getirdim.  Olucak iş mi Bordeaux yu da özledim. Uzaydan sesler plaklarımı ne zaman dinlerim? Ev neresidir, neresiyse oraya gider miyim?  Bizi hep bekledikleri yere varır mıyız? Yüzüm hiç değişmez mi? Neden hep şaşkın gülümserim. Neden gözlerim kısılır. Huzurluysam neden düzleşir dudaklarım?  Yine çok konuştum şaşkın şirin, hadi gel uyuyalım..

Saturday, November 8, 2014

I wish I could do whatever I liked behind the curtain of madness. Then, I’d arrange flowers, all day long, I’d paint; pain, love and tenderness, I would laugh as much as I feel like at the stupidity of others, and they would all say, Poor thing, she’s crazy! I would build my world which while I lived, would be in agreement with all the worlds. The day, or the hour, or the minute that I lived would be mine and everyone else’s, my madness would not be an escape from reality. 

It has been a long time..

Wednesday, October 29, 2014


Ben bu sene kestaneleri kaçırmıştım. Bir sene önce bu zamanlarda; seneye kaçırmak dileğiyle yazmıştım. Neyse ki kaçırdım.. Loyko dinlediğim gecenin güzelliğinde, burada kestane ne zaman çıkar acaba düşüncelerinde bir Buse.


Thursday, September 25, 2014

mahfouz


Daha karışmamıştı o aslında oldum olası hep iç içe karışıp kalmış olan topraklar.. Çöl kumu saçlarımda başımı ufak bir yemeni ile kapatmaya karar vermiştim.. Sokağa çıktığım anda kulaklarıma, saçlarıma dolan kumu engellemenin tek yolu buydu zira.. Arada usulca kulaklarımı kapatmak.. Köşeden minik bir nefertiti almıştım kendime.. İki üç kelam arapça etmeye çalışırken, yanımda duran sarışın güzel bayanın çektiği dikkatlerin altında yürüyordum.. O dar üst geçidin altında biraz humus tatmayı fırsat bilmiştim o lavaş gibi olan ekmeğin üstünde.. Buseyim ya hani buseydim ya hani. Kargacık, burgacık bulmuştum en son kafeyi. Senin masan hangisiydi bilmem. Bir nane çayı istedim. Taze nane yapraklarının üzerine dökülen kaynamış su, eskimiş aynalar, herkesin elinde bir nargile, içerde de ümmü gülsüm çalıyordu bilir misin?  Uzun kaldım içerde, uzun baktım sokağa, uzun doldurdum içimi. Huzurluydum. Karnağı son görüşümdü..

“It's a most distressing affliction to have a sentimental heart and a skeptical mind.”
Mahfouz

Friday, September 19, 2014

Move


Move. 
As far as you can, as much as you can. 
Across the ocean, or simply across the river.
Walk in someone else's shoes, or at least eat their food.
Open your mind. Get up off the coach. 
Move. 



Wednesday, September 3, 2014

Nar zamanıydı

Kocaman bir hayatı geçirmek istediğim minik bir ev yazmıştım. Nar zamanıydı. Kese kağıttan çıkanları hiç bir zaman paylaşmadım. Sedire kuruldum manzarayı seyre daldım. Her köşeyi keşfettim. Yolda Narlar vardı ağaçlarda... Kırmızı bir nar zamanıydı. Ufak ve kalabalık sokaklar. Mürver alıcaktım. Nar zamanıydı. İri iri taneleriyle yollardaydılar. Kucak kucak kitaplarım vardı. Hep bir ana dönmek istersin ya hani, nar zamanıydı. Bir baktım ki gelmiş yine nar zamanı... 


Monday, August 25, 2014

Fesleğen


Yeni kelimeler, yeni laflar eklenirdi hayatımıza. Zamansız günlerin, zamansız hislerin lafları. Veda değil diye fısıldardı insan, birdaha ki sefere kadar derdi. Bazen fısıldamasa da öyle bakardı. Küçük olan Dünya'da birdaha ki sefere karşılaşıncaya dek, gelecek sefere aynı fesleğen tomarının üzerinde..

Tuesday, August 19, 2014

kendim


Ve ben bazen kendime tahamül edemiyorum. Bunu ilk olarak bir replikte duyduğumda fark ettim. Kendine tahamül edememek. Farklı bir yaklaşımı vardı, kendini sevmemekten daha farklı. Her yerde benimleyim demişti. Her yerde beraberiz. Ne kadar da doğruydu! Düşünüyorum da; beraber yemek yiyoruz, beraber uyuyoruz, aynaya beraber bakıyoruz ve yine bizi görüyoruz, beraber izliyoruz filmleri, beraber diş fırçalıyoruz, market arabasını beraber sürüyoruz, beraber pişiriyoruz, kitap okurken bile benimle! Sanki her şeye müdahale eder gibi. Ve bir an duruyorum, bugün yok olmalı diyorum. Bugün aynaya bakmamalıyım, baksam bile görmemeliyim. Bazen o kadar rahatsız edici ki, onu susturamıyorum. Anda kalmama izin vermiyor. Her saniye benimle, bunca yıldır benimle. Sanırım en çok başka bir diyarda, başka bir dili konuşurken ve başka insanların arasında yok olurken, yok edebiliyorum onu. Bu sevmemek değil. Farklı bir yaklaşımı vardı onun, kendini sevmemekten farklı. Sanırım o sadece, arada hiç olmak istiyordu.  




Sunday, August 17, 2014


Yolumuz açık olsun istemiştim oysa ki; yolumuz açık olsun ya da olmasın, kendi yolumuzu çizdikten sonra mutlu olucaktık.



Tuesday, July 22, 2014

les tilleuls


Les tilleuls sentent bon dans les soirs de juin!
L'air est parfois si doux, qu'on ferme la paupière!
Le vent charge de bruits, la ville est pas loin.
A des parfums de vigne et des parfums de bier..
Vous etes amoureux. Loue jusqu'au mois d'aout.
Vous etes amoureux. Vos sonnets le font rire.
Ce soir la.. Vous rentrez aux cafes éclatants.
Vous demandez des bocks ou de limonade..
Les tilleuls sentent bon dans les soirs de juin.
L'air est parfois si doux, qu'on ferme la paupière..


C'est un toujours plaisir avec Rimbaud

Friday, July 18, 2014

alacakaranlık

 
Alacakaranlıktan hep çekinirdim, hep çekindim.
Güneyden çıkarken hep, yolda bir ufak kasaba vardı. Nedense hep alacakaranlıkta geçerdik ordan. Eski bir köprüsü vardı taştan, altından geçerdi yol ve ben hep korkardım ordan. Yıllarca.. Bilmem ki belki de hayal gücümle yaratırdım orda yaşananları, o koca taştan evdeki hayali karartıları.. Hep alacakaranlıktı. Sabaha karşı çıkardık yola ondan öte gelirdi. Babam korkuturdu bizi. Gece basmadan geçmeliyiz bu köprüyü derdi. Karanlık olmadan geçmeliyiz.. 
Belki de bundan öte gelir hep biraz çekindim alacakaranlıktan, oysa asla gecenin koyuluğundan değil. İnsanın kendisi ile yüzleşmesinin, yalnız kalmasının en zor olduğu gün anı olarak gördüm onu. Korktum.. 
Hatırlar mısın? Hep alacakaranlıkta ağlardın, dalardın, başını sarkıtırdın yataktan ve o dikey camdan dışarıya bakardın.. Aynı gökyüzü derdin aynı alacakaranlık. Bazen elinde ki o dev poşet kolunu ağırlığı ile keserken, tramvayın durağında ağlardın ya da usulca dalardın. Alacakaranlıktı.. 
Nedense sevmem alacakaranlıklarda kendimle başbaşa kalmayı. Şimdi bambaşka bir yerde yeni alacakaranlıkları yaşama zamanı. Hem belki de korkum, endişem; o köprünün altında gizlidir öyle değil mi? Ondan öte gelmektedir.. Yıllarca ordan alacakaranlıkta geçtiğimdendir..

Huzurlu Buseden düz gülümsemelerle..

Monday, June 30, 2014

Sunday, June 29, 2014

tholos


Gitmek lazım gelir. Belki kaçmak belki gitmek; sanki tüm yolda önemli olan tek şey o rüzgarın yönünü karşından alıp arkana çekmek. Her gidiş bir kaçıştır. Bazen sahip olduğumuz yaşamdan, bazen anlardan, bazen anılardan, bazen gülümsemelerden, bazen ağlamalardan, bazense heyecanlardan. Ya da o kadar doğal olur ki kaçışımız biraz nefes almak için çıkarız. İnsan her gidişin bir kaçış olduğunu kabullendiğinde alabilir rüzgarı arkasına. Karşısına aldığı rüzgarın onu ne denli yorduğunu anladığında kaçabilir, gidebilir yalnızca. Geçicem tholosun ortasına, her haziran sonu yaptığım gibi iki denizin kavuşmasını izliycem. İki deniz; iki ayrı yönüm demek bana. İki ayrı hissim, iki ayrı busem, iki ayrı nefesim, iki ayrı bedenim.. Bu sefer daha bir huzurlu çıkıcam yeni yoluma; gitmem lazım diyebilicem kendime, güzel olucak. Güzel günler yakında.. Şimdiyse iki denizin tholosunda, karianın değil antik dünyanın en eşşiz noktasında kendi mukayesemi yapabilmek için çıkıyorum yola. Her yeni yol bir gidiştir, kaçış, ayrılış. Her yeni yol bir başlangıç. Tam da bu yüzden gitmeliyiz olric. Almalıyım seni kucağıma ve yazmalıyım istedikçe ruhum bunu! Anlatmalıyım, çözülmeliyim. Kendime sarılıp gitmek zorundayım gitmeliyim demeliyim. 

Yeni yolun keyfinde, iki denizin kesişmesinde, lotusa oturmuş Buse..

Saturday, June 28, 2014

Breathe


Çünkü mutluyuz Olric.
Almışız Akdeniz' i karşıdan karşımıza.
Biraz güneş var.
Varsın Calvino okuyalım bu ara.
Çillerimiz artmış.
Denizin içinde lotusa oturmak kolaylaşmış.
Sular durulmuş.
Sakinlik çökmüş.

Breathe.
Love.
Fess up when you fuck up.
Breathe more deeply.
Love more fully.
That' s it.



Saturday, June 14, 2014

the greatest


The greatest change seems to happen. When we stop trying to change and sink creatively into the mystery of the moment. The greatest transformation seems to happenWhen we stop looking for the ‘solution’ and end the war with the non-existent ‘problem’. The greatest healing seems to happen. When the ‘healer’ gets out of the way and all of life’s energies are allowed to flow freely.




Thursday, June 12, 2014

Differences

Isn't it funny how day by day nothing changes, but when we look back everything is different. Joy of being aware of differences..

Wednesday, June 4, 2014


Noap, i never forget it. Its just the way how i eased my pain. Missing, i am missing my missing parts. If could just see the shadow how weird i could hug. Here is the consequences of my life..

Tuesday, June 3, 2014

Eklem


Eklem ağrısı gibi.. Evet evet eklem ağrısı gibi! Hani bahsederler ya bebekken olurmuş; hani kemiklerimiz oluşmaya, gelişmeye başladığı sırada olan evet o. Evet evet hani şu omuriliğimizin oturması anı, hali. Ağlamalar, bağrınmalar, çözülemeyen ve sadece geçmesi umulanlar! Tam da onlardan işte. Gelmişim bu yaşa hala oturtamamışım omurgamı. Kedi, inek duruşu yapmamdan belli! Nedense şu son iki senedir yaşadığım bu karmaşa halini, gelgitlerimi, yorgunluklarımı, sebepsiz mutluluklarımı ya da mutsuzluklarımı tam da bu ağrılara benzetir oldum.  Tek farkı boyum uzamıyor bu sefer ya da yok gelişen kemiklerim. Omuriliğime gelicek olursak farklı yollar denemeye başladım; bacağımı omzuma alıyorum artık. Hayatın bu dönemini hatırlamak istediğimde okuyacağım bu yazı, geçirdiğim bu sebepsiz sancıları tanımlayacak bir gün bana belki de. Değişiyorum.. Ve bu sefer yaşadığım bu sancıların değişmemden ötürü olduğunu biliyorum. Eminim ki kuyruğundan yakaladığım o kertenkeleler içinde zordu kabuklarını bırakmak. Çocuktum kabuklarını toplardım!! Şimdi çok daha iyi anlıyorum. Bu süreç içerisinde daralan nefesimden sorumlu tuttuğum hiç bir anım yok artık. Kabulleniyorum.. Ve aynı hayata yeni gelmiş bir Buseyken başımda ağlamalarımı dinleyen ama durumu kabullenip tek çözümün geçmesi olduğunu bilen bir anne gibiyim. Sakin.. Ve şimdi bana zaman göstericek bu değişimi, nelerin değiştiğini..


Bacağı omzunda Buseden sevgilerle

non


Quand j' ai regarde je n' ai vu pas ou quand j' ai vu ce n'est pas le temps exactement que j' ai regarde. Deux sens pour nous; comprendrons ou non et de temps en temps nous comprendrons mais choisissons non. Comme vous voulez.. Nous nous donnerons l'inspiration d'aller ailleurs. Voici, choisissez non.




Wednesday, May 28, 2014

changer


Des que je pense que je change,
il faut bien que je pense que
c'est moi le meme qui change


Tuesday, May 20, 2014

Kayık



Ve oysa ki nankörmüşüm bende. Hem kendime, hem yaşama, hem yaşadıklarıma, hem de yaşattıklarıma karşı.. Herkes kadar nankörmüşüm ya da herkesten az ya da hayır herkesten fazla hem fark eden de bir şey yok aslında. Tek önemli olan nankörlük terimimmiş belki de. Başkaları da nankör müymüş? Bilmem. Bilmek de istemem. Oysa ben, kayığa atlamışım yanıma bir anlam alıp açılmışım. Karadan uzak. Yanımda taşımak istediğim anlam neyse onunla. Karada zıplayanlardan, elleri kollarıyla çırpınanlardan uzak. Bakmadan. Belki de bakamadan. Binlerce anlamınızdan, binlerce anlamımdan hangisini istemişse gönlüm onu almışım. Kayığıma binip açılmışım..



Saturday, May 10, 2014


Çünkü korkuluk olmaya karar verdim. Çünkü süt var. Çünkü seviyorum.





Wednesday, May 7, 2014

Mum


Ve sanki, hayatımı oturmuş dışarıdan izleyen bir göz gibiydim. Hani bazen güzel bir kahve içmektir amacınız ve kurulmuşsunuzdur ya yol kenarında ki masaya. Biraz gazete kurcalamak varken dalarsınız ya insanlara. Bakarsınız, müdahale etmez görürüsünüz. Anlayamaz ama yargılarsınız. İşte öylece dik dik, sıcak ya da soğuk ya da sadece anlamsız bakarsınız. Ve nedense sanki bu kadar çok şey yapmaya çalışıp bir sayfayı çevirmeye çalışırken tüm bunlara dışarıdan bakan bir ben var burda. Oturmuş hayatım dediği yolun kenarına, öylece bakıyorum. Biraz yoğun belki han bu aralar. Gelen, giden, yaşanan, yaşanmayan, yaşanması planlanan... Bakıyorum. Yuvarlak gözlüklerimi takıyorum arada güneş çok yoğun. Bazı günler kapşonumu geçiriyorum başıma hava çok soğuk. Bazense öyle durağan ki kendi nefesimden medet umuyorum. Kitap okuyorum, bağdaş kuruyorum, mum aranıyorum. Nedense yürümektense biraz ağacın altına sığınıp dinlenmeyi istiyorum. Biliyorum yürümeye başladığım an yine her şey düzelicek. Ama bu gece yine mum aranıyorum. Mum seviyorum.

Buse 



Monday, May 5, 2014

Geçti


Oysa her şeyin geçebildiğini görmek güzeldi. 
Bakın yanınızdan biri geçti. 
Sadece geçti. 
Belki bir taşıttaydı, belki yayan, belki içinizde, belki dışınızda; fark etmez ki usulca geçti. 
Kötü bir gece geçti, güzel bir sabah geçti. 
Yağmur vardı geçti, sıcaktı geçti. 
Ağlamıştınız geçti, gülmüştün o da geçti.
Zaman geçti. 
Turuncu ayakkabı giymiş biri geçti.
Oturmuşum kahvenin köpüğünü parmaklıyorum, parmaklarımı yalıyorum. 
Ve parmaklarımda ki köpükler geçti. 
Sonra düşününce belki bu devinim de güzeldi. 
Geçenleri görüp geçtiklerini anlamak ve köpüğü parmaklamak, bu geçme deviniminin tadına varmak. 
Parmaklanan kahvelere.

Buse 


Sunday, May 4, 2014

yaşam


Yaşam bize pek aldırmaz gibidir. 
Yaşadığımız kadarı bile. 
Ama yine de, yüzümde bir gülümseme..
Hem yaşam usulca düz dudaklarla gülümseme belki de.

Monday, April 28, 2014

Dolma kalem


Ve bazen çok şey görürken insan, görmemeyi tercih eder. Gören insanı sorgulamak manasız daha fazlasını göstermeye çalışmak ise anlamsızdır. Ve bazen çoğalır bu bazenler. Bizim bazen olur mu size sık. Ama nedense yılmaz, yılamaz insan. Vardır bir bildiği.. Ya da aslında yoktur tek bir şey bile bildiği. Ya güçtedir ya da güçsüzlüğün sonucunda, kim bile bilir ki? Neyse ki biraz kuş sesi, biraz yağmur ve kötü de bir kahve var masamda. Bu aralar fena halde kızgınım kendime; kötü kahveler içip tatlarını bile araştırmadan kendi yorgun hayatıma aldım onları diye. Ah hele bir de kahve iyi, amaç kötüyse.. Elimde bir dolma kalem , kağıda biraz taslak karalamışım. Nedense kağıtta bıraktığı sesi, elime bıraktığı lekeleri sevmişim. Ve şimdi yine kahve  zamanı, ve neyse ki kahve de kötü amaç da.. Hem her şeyin bir zamanı vardır öyle değil mi? Belki de değil.. 



Sunday, April 27, 2014

Spirit

You are not your mind. You are not your fears. You are not your insecurities. You are a soul. A spirit. A being of light with a big heart. And the heart is a wild creature. Don't keep it caged in. Don't build walls around it. Listen to it when it sings in the morning and let it take you places you thought you would never dare to go. Let it guide you. Let it help you find other hearts that beat with the same rhythm of love and beauty and magic. Let your heart lead the way and no matter what happens or where you end up you will never ever ever get lost!


Saturday, April 26, 2014

üç elma


Tam 17 senedir bildiğim bir gerçek var benim. Biz, hayatlarımızı üç kişilik yaşarız. Üç kere endişelenir, üç kere ağlarız. Üç kere dert yanar, üç kere bağrınırız. Ya da tamam tamam ben bağrınırım. Sonra üç kere güler, üç kere yerlere yığılırız. Üç kere anlatırız ama bir, üç kere de anlatamayız. Ne varsa yaşanmış ya da yaşanılan paylaşırız. Hayır hayır gerçekten, tam üçe böler eşit ağırlıkları taşırız. Şarap koklayanımız vardır, benimle koklamadın diye şikayet edenimiz vardır, yok ben koklayamıyorum diyenimiz vardır. Üç farklı kişi olup, üç farklı kişiliği birleştirip bir hayat içinde üç hayat yaşayıp oyunlarımızı üç kişilik oynarız. Tam 17 senelik gerçeklerime. Hem zaten söyleyin bana, gökten de üç elma düşmemiş miydi?

 Bize..


Thursday, April 24, 2014

Tren yolculukları


Bir gün vardı, ilk tren yolculuğum diye taçlandırdığım. Erken saate almışım bileti, daha hava aydınlanmadan gara yerleştim. Hep biraz ya öyle olursa ya da böyle ya da peki şöyle diye kurabilen bir balık olup erkenden garda biterdim. Genelde bir Marc levy almayı tercih ederdim. Kucağımda bir baget çoğunlukla jambon ve peynirli, yol boyunca kenarından köşesinden tırtıklayıp dururdum, ruh halime göre ya sevinçle yer ya da hiç yemezdim. Sonra hani meyva suları vardı ya kış aylarında kapaklarına minik örgü bereler takılan, evet evet Paul'un kiosklarında satılanlar! Bir de onlardan. Tamam tamam! bir değil birden çok onlardan. Uyuyakalıp iniceğim durağı kaçırmaktan korkardım. Sırt çantamı tersten takar, yine de uykuya dalardım. Bir seferinde bir İngilizce öğretmeni sınav kağıtlarını okuyordu da yanımda, rahat uyuyamamıştım tamam tamam diyip yardıma başlamıştım. Her yanından geçtiğimiz minik banliyö, her durduğumuz ya da hızla geçip gittiğimiz durakta ki insanlara anlam yüklerdim. Yeşile hayran, olmayan yüksekliğe şaşkın bakakalırdım. Bir gün ne ağlamıştım ama, ne zordu bir sevdiğini bırakıp da alıştığın sıcaklıktan uzak o demir soğukluğuna geri dalmak; şaşmıştım. Ne ağlamıştım, ne ağlamıştım! Güvenin içinden güvensizliğe atılmak nedir bilir misiniz ki? Sonra alışırdım; yine 10 günlük güvenden çıkıp tetikte olmaya, sırt çantamı ters takıp ya durağı geçersem diye tavşan uykusunda uyumaya, ağlarım kesin diye makyaj yapmamaya, şiş gözlerle de olsa dik durmaya, çamaşırları biriktirip ağırlığı altında kollarımı yaralamaya, hesap yapmaya, bazen de sesimin yankısını duymaya, sonra ertesi günün yemeğini akşamdan yapmaya, buse olmaya, yanda çançinçon konuşan iki kişinin sesinin verdiği huzurla uyumaya..

Altımda ki daimi ağa sevgilerle. 

Buse



Sunday, April 20, 2014

turuncu balık


Yemyeşil olduysa gözlerim, bir şeyler var demektir. İçimde ki Buse'nin dile getiremedikleri var demektir. Gerçeklere, kendi gerçeklerime ulaşma çabam var demektir. Ama yeşilse gözler sessizim demektir. Oysa kaplumbağa olmak vardı Olric. Canın istediğinde sert kabuğuna kaçmak, en tehlikeli anda yoldan alınıp kenara konmak. Oysa turuncu bir balık olmuşum ben, yeni bir okyanusta yeni bir yaşam arayan, minik, korkak, sevimli, yetmemiş bir de çilli, gözleri yeşilse koca dudaklı, okyanusta dönen dolanan turuncu bir balık. Büyük bir okyanusa sıçramaya hazır bir balık. 


Tuesday, April 15, 2014

Çan


Binmişim feribota almışım soluğu Tenedos da. Denizin dalgası bile huzur vermiş hemen bana. Hava serin, sessiz daha ortalık; çekilen onca insan çekildikleri yerlerdeler hala. Soluğu hemen o minik bağ evinde almışım. Sırt çantam var sadece, bir kaç parça yeter demişim, çıkıp bağlarda gezmişim ah ne çok var daha bozuma diyip iç geçirmişim. Minik evin sahipleri kendi şaraplarını ikram etmiş sevmemiş ama yine de sevmiş gibi yapmayı görev bilmişim. Sandala inmişim gece hep incesaz çalar ya orda, şarabımla eşlik etmişim. Sabah kahvaltımı sanki sadece zeytin yemek için etmişim. Atlamışım eski gıcır gıcır sesler çıkaran o bisiklete, kitapçının yolunu tutmuşum. Günaydın demiş hemen ardından da her beğendiğim rafın önüne kurmuşum bağdaşımı. Sonra çıkmışım kitapların arasından kendi kitaplarımla, çan kulesine doğru yol almışım. Vardığımda bisikleti yanaştırmak bir yana dursun yolun ortasına fırlatmışım. Kimse görmez ama olurda görür ya etrafa bakınmışım. Çıktığım yeri sevmiş, okumuş, bakınmış hatta biraz da uyuklamışım. Çocukların bağrışları uyandırmış beni, kendimi aşağıya bırakmışım. Bağ evi yemeklerinde kaybolmuş, soluğu ayazmada almışım. Aman! diyip yıldızlarla uyuyakalmışım. Günler geçmiş gitmiş.. Alışmışım.. Çok sevdiğim çan kulesinin çan sesiyle uyanmışım..





Monday, April 7, 2014

Although


So what? Nice to use although. Go on, think for the things that you had or you had not. And then touch them with  an 'although'. You have a lot of things to sum up with a lovely although , just be aware. And never forget that! although everything; we have colors, we have our smiles,  we can hear how the wind blows,  we have dreams for 2 tickets. Go on adorn your sentences, your thoughts, your life situations with a lovely although. Although all that trouble we have smiles with love. Nice to have 'althoughs', thankful for having 'althoughs'. You will never have to add more..


Wednesday, April 2, 2014

Şeftali var


 Bahar yorgunluğu mu desek ne dersiniz? Ya da kocaman bir hadi ordan çekip hayat yorgunluğu mu demeliyiz? Ne yorgunluğu var hayatının diyenlere ne demeliyiz? Onlara içimizdekilerin bizi zehirlediğinden nasıl bahsetmeliyiz? Kendimizi o uzun masada karşı sandalyeye oturtamadıktan sonra nereye koştuğumuzun bir önemi olmadığını nasıl! nasıl! nasıl! yinelemeliyiz? Yeter diye bağıramadıktan sonra içimizden bağırmanın bir anlamı kalmadığını kendimize nasıl yedirmeliyiz? Kendimizi nasıl bir hamur gibi tekrar yoğurabiliriz? Doğru mudur tüm bunların üzerine basıp da çıktığımız da bizi daha iyi bir manzaranın karşılayacağı? Yalan mıdır üzerine bastıklarımızın da manzaramızın parçası olacakları? Ama hadi gelin biz yine! yine! yine! boşverelim bahar yorgunluğu diyelim. Hem yalan mı soğuk bir kışın ardından geldi yine bahar. Baharın geldiği artan çillerimden belli. Başladılar burnumda mesken tutmaya, yaza kadar artan yayılma içgüdüleri eşlik edicek onlara ve burnumun üstü yetmiycek, güldüğümde şişen yanaklarımın üst bölümlerine yerleşicekler bir de. Gelin boşverelim, kapıda yaz var. Şeftali var. 





Monday, March 17, 2014

olmak


Kendim olmalıyım diye tekrarlıyordum. Onlara hiç aldırmadan; onların seslerine, kokularına, isteklerine, sevgilerine ve nefretlerine aldırmadan ben kendim olmalıyım; çünkü kendim olamazsam onların olmamı istedikleri biri oluyordum ve onların olmamı istedikleri o insana hiç katlanamıyorum ve onların olmamı istedikleri o dayanılmaz kişi olacağıma hiçbir şey olmayayım ya da hiç olmayayım daha iyi, diye düşünüyordum. 



Friday, March 14, 2014

Salıncak


İnziva demişim, daha bir şeyler demek istemişim. Yutkunmuşum ya da belki yine uykuya yenik düşmüş yatağa fırlatmışım kendimi, sektirmişim bir iki kere bedenimi... İnziva demişim niye dememişim, nasıl dememişim, olur mu dememişim ama olmaz da dememişim. Bir salıncak düşünmüşüm ben, gözlerimi kapattığımda bir salıncak hayal etmişim; güzel çok güzel bir manzaraya karşı hemde. Masmavi bir gökyüzü bir de, hani gökyüzü mavisi derler ya tam da ondan işte. Karşısı nasıl yeşil, her ton her tonu karışmış yeşilin, yeşilimizin. Salıncak nasıl güzel, nasıl özgür, nasıl da alıyor rüzgarı arkasına ve bazende karşısına. Her anı farklı, her anı dolu, her anı cesaret dolu, her anı dopdolu. Salıncağın her salınışı anılarla dolu. Bazen arkasına aldığı rüzgarla nasılda yükseliyor o minik tahta oturaç ve o an nasılda sarılmak var o halatlara eller kesilircesine, düşmekten korkarcasına, cesur ama korkakçasına, korkak ama cesurcasına... Ve bazen de usulca karşına alınan rüzgarı yaşamak var o salıncakta. Ama nasıl zor rüzgara karşı o hızı korumak, daha sıkı çok daha sıkı tutunmak zorunda olmak. İki taraflı rüzgarı var benim minik tahta oturacımın. Her türlü sımsıkı tutunmak gerek halatlarına, eller kesilircesine, kanarcasına. Dedim ya korkak ama cesurcasına ya da cesur ama korkakçasına. Tahta oturacımdayım kestane ağacında asılı dedemin kestanelerinde Bozdağın bir vadisinde. Yemyeşil çamlara bakıyor salıncağım hiç yapraklarını dökmez çamlar yemyeşildir hep onlar.  Yeşil, yemyeşil... Masmavi bir gökyüzü var gökyüzü mavisi dediklerinden. Balık elbisem üstümde;  örmüşüm saçlarımı yaz örgüsünden, aradan çıkan sarı tutamlar biraz turuncu olanlarda var. Sımsıkı sarılıyorum halatlara. Bu aralar karşımdaydı rüzgar, geç olmadan alırım arkama. Balık elbisem uçuşur, saçlarım tutam tutam biraz daha dağılır sonra. Bir de güneş vurursa yüzüme, gülümsersem, çillerimde başlar dansa... Yemyeşil bir çam ormanı, gökyüzü mavisinden bir gökyüzü, mis kokuyor buralar, dudaklarımda afacan bir iki kelam... Düşmekten korkarcasına, rüzgara kapılmışçasına, yemyeşil ormana dalmışçasına... Vadide sallanan bir balık var burda, her renk saçlı, bir iki kelamlı. Bir kestane ağacında kendi Dünyasının inzivasında huzurla sallanan bir balık. Bir balık var burda. Balık... Bir balık... İki balık... Balık elbiseli balık. 

Boş sayfama kelamlar bu gecenin salıncak anıları bunlar.


Thursday, March 13, 2014

Monday, March 10, 2014

Samsa


Kimse söylemedi, kimse anlamadı, kimse anlamaya çabalamadı ya da kabullenmekten kaçtı. Oysa hepimiz birer Gregor birer Samsaydık. Kendi dönüşümünü anlatan, iç burkan, derin düşüncelere daldıran Kafka hiç bilemedi ya da hiç tahmin edemedi. Oysa bizde dev birer böcek olarak uyandık yataklarımızda. Bizde makineleştik, bizde sırtımızın üzerine düşüp yuvarlana yuvarlana düzleşmeye çabaladık. Ve aslında hepimiz birer Samsaydık.





Friday, March 7, 2014

Buruk


Ufaktım oldukça ufak, yeni doğmuştum daha, 23 yıl olmuş. Dağdan bir parça almıştı dedem. Evet gerçektende dağdan bir parça. Yıllar içinde işlemişti o dağın ona ait parçasını. Yollar yapmıştı minik taşlardan, kestaneler ve cevizler sonra yüzlerce hem de; gölgesinde oynamıştık, sabah çıkar hava kararınca girerdik eve yolda bulduklarımızı atıştırırdık, İbrahim abinin bekçi evinin önünde ki o minik elma ağacını bir günde bomboş dallarla bırakırdık, toz toprak olurdu her yanımız, köy kahvesine girer çay içerdik asla parada ödemezdik miniktik daha dedeniz derlerdi ziyadesiyle ödedi gülümserdik. Çocuktuk bakkala dalardık her şeyi alır veresiye yazdırırdık babam öderdi. 35 hektar alan, ağaçlar, 3 koca dağ evi ve tam 23 yıl. Her birini işlerken dedem, İbrahim abininde tek meşgalesiydi sanki… Dedem aramızdan tam 9 sene önce ayrıldığında daha bizimleydi İbrahim abi daha da bizimle olucak gibiydi. Bugün çocukluğumun yazlarının geçtiği o dağda, o ormanda bıkmadan usanmadan çocukluklarımızla uğraşan o adamı uğurlama günü. Yedi kuzenin yedisine de ağaçta ev yapan o adamı uğurlama günü. Hatırlar mısın büyük dallardan çok sağlam bir çadır yapmıştın bize tüm yaz içinde yaşamıştık büyüdük biz, unutmadık. İbrahim abiiii Bozdağ eksik artık. Huzur, huzur seninle olsun... 



Wednesday, March 5, 2014


Yağmur vardı yine çokça yağmur. Sabaha karşıydı hava aydınlanmamıştı henüz. Güzel ama eski bir otelde kalıyordum tam merkezde ki meydana bakıyordu odam ve Fransız balkonuna sahiptim bir ritüel olarak. Ufacık bir alanda 2 gün eve dönmeyi beklemiştim. Şimdi nedense anımsamak istedim ya da yağmur anımsatmak istedi. Yalnızdım, karanlıktı. Zorla indirmiştim valizleri aşağıya. Sırtımda çantam geriye çekmekte ısrarcı davranmaya devam ediyordu. Anahtarımı verdim. Otobüs yakındı. Karanlık, yağmurlu. Minik kamyonet tarzında ki arabaların çokluğu dikkatimi çekti o an. Sonra o arabalardan tepsi tepsi inan kahvaltılıklar, çok sevdiğim croissantlar. Unutmam. Etrafımda döndüm yanımdan geçen tepsiye öyle baktım öyle kokladım ki bana sunmak borç olmuştu onlara. Kaptım. O an Bordeaux yu son görüşümdü. 

Monday, March 3, 2014

Beklentiler


Beklentilerim yazmışım, belli içimden daha çok yazmak gelmiş ama; sanırım uykuya dalmışım. Hava bulutlu, yağmur sakin sakin yağarken ortalama bir kahve ve kötü bir kurabiyeyle masamı paylaşırken kitapları kenara alıp biraz daha yazmak istiyorum. Beklentilerim vardır benim ve bunların sonucunda yargılarım. En olağanından kahveme süt az dersem, az ayarı bilinsin isterim. Hoş kime göre neye göre denir ama beklerim, beklentimdir. Ben bir şeyler okurken Dünya dursun ve bu sakinliğe ortak olsun diye geçiririm içimden, hoş asla ortak olmazlar ama yine de beklentimdir. Hayaller kurarım ve gerçek olmalarını dilerim, dilemem istememdir odaklanmamdır. Bazen zamanla kötüleşen o dileğin yine de gerçekleşmesini dilerim ne de olsa beklenticiyim. Uzar gider listem; gülümsemeler beklerim, insanlık beklerim, az süt ayarı bilinen kahve beklerim, kötü kurabiye sattığı için utanan işletmeci beklerim, saygı beklerim, en çok sevgi beklerim, derse yetişmeyi beklerim, bekletilmemeyi beklerim, evde hep akçaağaç şurubu olsun birazda ucuzlasın diye beklerim, elime geçen tüm parayı kitaplara vermemeyi beklerim, gidiyorum dediğimde gidebilmeyi beklerim, çokça çan sesi beklerim, sabah koşarken insanların yargılayan bakışlarının durmasını beklerim. Merhaba ben dünyaları bekliyorum ya da bekliyor-dum. Artık beklemiyorum. Bir gün, çokça gün önce değil az gün önce bir gün beklememeyi öğrendim. Beklentilerimle karıştırdığım hayatımı beklentisiz yaşamaya karar verdim ve çok da tatlı olduğunu keşfettim. Misal, normal bir günde '' beklentili olanda '' bloğum için böyle ben bir yazı yazarken masamı kimseyle paylaşmamayı beklerdim ki bu beklenti beni içine alır, hakimiyet kurardı ama normal bir günde değiliz; masama yaklaşıp yer olmadığını açıklayıp priz kullanmalıyım diyen bir yabancıya gülümseyip tabi demek yerine ki gülümseyip tabi demem olağandır; tabi ki öyle derdim ama içimden hey burda ben olmaya çalışıyorum, biz havası soluyamam demek geçerdi ki demedim ve olmayan beklentim beni biraz havuçlu kek kokusu ile ödüllendirdi. Ve sonuç olarak ettiğim onlarca karışık laftan sonra diyebilirim ki beklentisiz olmak beni beklesem dahi sahip olamayacağım beklentilerle ödüllendirdi. Bırakmak beklentisizlikti ya da beklentisizlik bırakmak kim bilir; hem artık kahvemin süt ayarı da daha iyi; ama yine de koruduğum bir beklenti, koruycağım bir beklentim var, sevdiğim bir beklenti...


Sunday, March 2, 2014

Mış mış mış


 Hayatta mutlu olmak için çok büyük beklentilerim olmamalıymış aslında, ben biraz geç anladım. Beklememeliymiş insan, ummamalıymış ya inanmalıymış ya da inanmamalıymış. Hayat hep bir umursamaz tavırla kendini umursar tavır arasında geçmeliymiş belki de ama Buse bunu hiç uygulayamamış. Almak ve vermek dengesini asla kuramamış. Olsun bir gün anlarmış, bir gün kurarmış. Mış mış mış bir masal varmış.