Thursday, April 24, 2014

Tren yolculukları


Bir gün vardı, ilk tren yolculuğum diye taçlandırdığım. Erken saate almışım bileti, daha hava aydınlanmadan gara yerleştim. Hep biraz ya öyle olursa ya da böyle ya da peki şöyle diye kurabilen bir balık olup erkenden garda biterdim. Genelde bir Marc levy almayı tercih ederdim. Kucağımda bir baget çoğunlukla jambon ve peynirli, yol boyunca kenarından köşesinden tırtıklayıp dururdum, ruh halime göre ya sevinçle yer ya da hiç yemezdim. Sonra hani meyva suları vardı ya kış aylarında kapaklarına minik örgü bereler takılan, evet evet Paul'un kiosklarında satılanlar! Bir de onlardan. Tamam tamam! bir değil birden çok onlardan. Uyuyakalıp iniceğim durağı kaçırmaktan korkardım. Sırt çantamı tersten takar, yine de uykuya dalardım. Bir seferinde bir İngilizce öğretmeni sınav kağıtlarını okuyordu da yanımda, rahat uyuyamamıştım tamam tamam diyip yardıma başlamıştım. Her yanından geçtiğimiz minik banliyö, her durduğumuz ya da hızla geçip gittiğimiz durakta ki insanlara anlam yüklerdim. Yeşile hayran, olmayan yüksekliğe şaşkın bakakalırdım. Bir gün ne ağlamıştım ama, ne zordu bir sevdiğini bırakıp da alıştığın sıcaklıktan uzak o demir soğukluğuna geri dalmak; şaşmıştım. Ne ağlamıştım, ne ağlamıştım! Güvenin içinden güvensizliğe atılmak nedir bilir misiniz ki? Sonra alışırdım; yine 10 günlük güvenden çıkıp tetikte olmaya, sırt çantamı ters takıp ya durağı geçersem diye tavşan uykusunda uyumaya, ağlarım kesin diye makyaj yapmamaya, şiş gözlerle de olsa dik durmaya, çamaşırları biriktirip ağırlığı altında kollarımı yaralamaya, hesap yapmaya, bazen de sesimin yankısını duymaya, sonra ertesi günün yemeğini akşamdan yapmaya, buse olmaya, yanda çançinçon konuşan iki kişinin sesinin verdiği huzurla uyumaya..

Altımda ki daimi ağa sevgilerle. 

Buse