Monday, March 17, 2014

olmak


Kendim olmalıyım diye tekrarlıyordum. Onlara hiç aldırmadan; onların seslerine, kokularına, isteklerine, sevgilerine ve nefretlerine aldırmadan ben kendim olmalıyım; çünkü kendim olamazsam onların olmamı istedikleri biri oluyordum ve onların olmamı istedikleri o insana hiç katlanamıyorum ve onların olmamı istedikleri o dayanılmaz kişi olacağıma hiçbir şey olmayayım ya da hiç olmayayım daha iyi, diye düşünüyordum. 



Friday, March 14, 2014

Salıncak


İnziva demişim, daha bir şeyler demek istemişim. Yutkunmuşum ya da belki yine uykuya yenik düşmüş yatağa fırlatmışım kendimi, sektirmişim bir iki kere bedenimi... İnziva demişim niye dememişim, nasıl dememişim, olur mu dememişim ama olmaz da dememişim. Bir salıncak düşünmüşüm ben, gözlerimi kapattığımda bir salıncak hayal etmişim; güzel çok güzel bir manzaraya karşı hemde. Masmavi bir gökyüzü bir de, hani gökyüzü mavisi derler ya tam da ondan işte. Karşısı nasıl yeşil, her ton her tonu karışmış yeşilin, yeşilimizin. Salıncak nasıl güzel, nasıl özgür, nasıl da alıyor rüzgarı arkasına ve bazende karşısına. Her anı farklı, her anı dolu, her anı cesaret dolu, her anı dopdolu. Salıncağın her salınışı anılarla dolu. Bazen arkasına aldığı rüzgarla nasılda yükseliyor o minik tahta oturaç ve o an nasılda sarılmak var o halatlara eller kesilircesine, düşmekten korkarcasına, cesur ama korkakçasına, korkak ama cesurcasına... Ve bazen de usulca karşına alınan rüzgarı yaşamak var o salıncakta. Ama nasıl zor rüzgara karşı o hızı korumak, daha sıkı çok daha sıkı tutunmak zorunda olmak. İki taraflı rüzgarı var benim minik tahta oturacımın. Her türlü sımsıkı tutunmak gerek halatlarına, eller kesilircesine, kanarcasına. Dedim ya korkak ama cesurcasına ya da cesur ama korkakçasına. Tahta oturacımdayım kestane ağacında asılı dedemin kestanelerinde Bozdağın bir vadisinde. Yemyeşil çamlara bakıyor salıncağım hiç yapraklarını dökmez çamlar yemyeşildir hep onlar.  Yeşil, yemyeşil... Masmavi bir gökyüzü var gökyüzü mavisi dediklerinden. Balık elbisem üstümde;  örmüşüm saçlarımı yaz örgüsünden, aradan çıkan sarı tutamlar biraz turuncu olanlarda var. Sımsıkı sarılıyorum halatlara. Bu aralar karşımdaydı rüzgar, geç olmadan alırım arkama. Balık elbisem uçuşur, saçlarım tutam tutam biraz daha dağılır sonra. Bir de güneş vurursa yüzüme, gülümsersem, çillerimde başlar dansa... Yemyeşil bir çam ormanı, gökyüzü mavisinden bir gökyüzü, mis kokuyor buralar, dudaklarımda afacan bir iki kelam... Düşmekten korkarcasına, rüzgara kapılmışçasına, yemyeşil ormana dalmışçasına... Vadide sallanan bir balık var burda, her renk saçlı, bir iki kelamlı. Bir kestane ağacında kendi Dünyasının inzivasında huzurla sallanan bir balık. Bir balık var burda. Balık... Bir balık... İki balık... Balık elbiseli balık. 

Boş sayfama kelamlar bu gecenin salıncak anıları bunlar.


Thursday, March 13, 2014

Monday, March 10, 2014

Samsa


Kimse söylemedi, kimse anlamadı, kimse anlamaya çabalamadı ya da kabullenmekten kaçtı. Oysa hepimiz birer Gregor birer Samsaydık. Kendi dönüşümünü anlatan, iç burkan, derin düşüncelere daldıran Kafka hiç bilemedi ya da hiç tahmin edemedi. Oysa bizde dev birer böcek olarak uyandık yataklarımızda. Bizde makineleştik, bizde sırtımızın üzerine düşüp yuvarlana yuvarlana düzleşmeye çabaladık. Ve aslında hepimiz birer Samsaydık.





Friday, March 7, 2014

Buruk


Ufaktım oldukça ufak, yeni doğmuştum daha, 23 yıl olmuş. Dağdan bir parça almıştı dedem. Evet gerçektende dağdan bir parça. Yıllar içinde işlemişti o dağın ona ait parçasını. Yollar yapmıştı minik taşlardan, kestaneler ve cevizler sonra yüzlerce hem de; gölgesinde oynamıştık, sabah çıkar hava kararınca girerdik eve yolda bulduklarımızı atıştırırdık, İbrahim abinin bekçi evinin önünde ki o minik elma ağacını bir günde bomboş dallarla bırakırdık, toz toprak olurdu her yanımız, köy kahvesine girer çay içerdik asla parada ödemezdik miniktik daha dedeniz derlerdi ziyadesiyle ödedi gülümserdik. Çocuktuk bakkala dalardık her şeyi alır veresiye yazdırırdık babam öderdi. 35 hektar alan, ağaçlar, 3 koca dağ evi ve tam 23 yıl. Her birini işlerken dedem, İbrahim abininde tek meşgalesiydi sanki… Dedem aramızdan tam 9 sene önce ayrıldığında daha bizimleydi İbrahim abi daha da bizimle olucak gibiydi. Bugün çocukluğumun yazlarının geçtiği o dağda, o ormanda bıkmadan usanmadan çocukluklarımızla uğraşan o adamı uğurlama günü. Yedi kuzenin yedisine de ağaçta ev yapan o adamı uğurlama günü. Hatırlar mısın büyük dallardan çok sağlam bir çadır yapmıştın bize tüm yaz içinde yaşamıştık büyüdük biz, unutmadık. İbrahim abiiii Bozdağ eksik artık. Huzur, huzur seninle olsun... 



Wednesday, March 5, 2014


Yağmur vardı yine çokça yağmur. Sabaha karşıydı hava aydınlanmamıştı henüz. Güzel ama eski bir otelde kalıyordum tam merkezde ki meydana bakıyordu odam ve Fransız balkonuna sahiptim bir ritüel olarak. Ufacık bir alanda 2 gün eve dönmeyi beklemiştim. Şimdi nedense anımsamak istedim ya da yağmur anımsatmak istedi. Yalnızdım, karanlıktı. Zorla indirmiştim valizleri aşağıya. Sırtımda çantam geriye çekmekte ısrarcı davranmaya devam ediyordu. Anahtarımı verdim. Otobüs yakındı. Karanlık, yağmurlu. Minik kamyonet tarzında ki arabaların çokluğu dikkatimi çekti o an. Sonra o arabalardan tepsi tepsi inan kahvaltılıklar, çok sevdiğim croissantlar. Unutmam. Etrafımda döndüm yanımdan geçen tepsiye öyle baktım öyle kokladım ki bana sunmak borç olmuştu onlara. Kaptım. O an Bordeaux yu son görüşümdü. 

Monday, March 3, 2014

Beklentiler


Beklentilerim yazmışım, belli içimden daha çok yazmak gelmiş ama; sanırım uykuya dalmışım. Hava bulutlu, yağmur sakin sakin yağarken ortalama bir kahve ve kötü bir kurabiyeyle masamı paylaşırken kitapları kenara alıp biraz daha yazmak istiyorum. Beklentilerim vardır benim ve bunların sonucunda yargılarım. En olağanından kahveme süt az dersem, az ayarı bilinsin isterim. Hoş kime göre neye göre denir ama beklerim, beklentimdir. Ben bir şeyler okurken Dünya dursun ve bu sakinliğe ortak olsun diye geçiririm içimden, hoş asla ortak olmazlar ama yine de beklentimdir. Hayaller kurarım ve gerçek olmalarını dilerim, dilemem istememdir odaklanmamdır. Bazen zamanla kötüleşen o dileğin yine de gerçekleşmesini dilerim ne de olsa beklenticiyim. Uzar gider listem; gülümsemeler beklerim, insanlık beklerim, az süt ayarı bilinen kahve beklerim, kötü kurabiye sattığı için utanan işletmeci beklerim, saygı beklerim, en çok sevgi beklerim, derse yetişmeyi beklerim, bekletilmemeyi beklerim, evde hep akçaağaç şurubu olsun birazda ucuzlasın diye beklerim, elime geçen tüm parayı kitaplara vermemeyi beklerim, gidiyorum dediğimde gidebilmeyi beklerim, çokça çan sesi beklerim, sabah koşarken insanların yargılayan bakışlarının durmasını beklerim. Merhaba ben dünyaları bekliyorum ya da bekliyor-dum. Artık beklemiyorum. Bir gün, çokça gün önce değil az gün önce bir gün beklememeyi öğrendim. Beklentilerimle karıştırdığım hayatımı beklentisiz yaşamaya karar verdim ve çok da tatlı olduğunu keşfettim. Misal, normal bir günde '' beklentili olanda '' bloğum için böyle ben bir yazı yazarken masamı kimseyle paylaşmamayı beklerdim ki bu beklenti beni içine alır, hakimiyet kurardı ama normal bir günde değiliz; masama yaklaşıp yer olmadığını açıklayıp priz kullanmalıyım diyen bir yabancıya gülümseyip tabi demek yerine ki gülümseyip tabi demem olağandır; tabi ki öyle derdim ama içimden hey burda ben olmaya çalışıyorum, biz havası soluyamam demek geçerdi ki demedim ve olmayan beklentim beni biraz havuçlu kek kokusu ile ödüllendirdi. Ve sonuç olarak ettiğim onlarca karışık laftan sonra diyebilirim ki beklentisiz olmak beni beklesem dahi sahip olamayacağım beklentilerle ödüllendirdi. Bırakmak beklentisizlikti ya da beklentisizlik bırakmak kim bilir; hem artık kahvemin süt ayarı da daha iyi; ama yine de koruduğum bir beklenti, koruycağım bir beklentim var, sevdiğim bir beklenti...


Sunday, March 2, 2014

Mış mış mış


 Hayatta mutlu olmak için çok büyük beklentilerim olmamalıymış aslında, ben biraz geç anladım. Beklememeliymiş insan, ummamalıymış ya inanmalıymış ya da inanmamalıymış. Hayat hep bir umursamaz tavırla kendini umursar tavır arasında geçmeliymiş belki de ama Buse bunu hiç uygulayamamış. Almak ve vermek dengesini asla kuramamış. Olsun bir gün anlarmış, bir gün kurarmış. Mış mış mış bir masal varmış.