Tuesday, December 31, 2013

2013


Benim için tüm bir sene tam da şöyle bağırdı 2013: 
Beni bırakın, beni bırakın, beni bırakın bu caddelerde; 
beni bırakın, beni bırakın yıkılan eski meyhanelerde. 

Şimdi haykırma zamanı tam da bıraktığı yerden devam etme zamanı, yepyeni yollara, yepyeni hayatlara, yepyeni karanlıklara, yepyeni sırıtmalara ve yeniden beni bırakın diye haykırmalara...

Beni bırakın, beni bırakın, beni bırakın bu caddelerde;
beni bırakın, beni bırakın yıkılan eski meyhanelerde.

Hepimizin bırakması, bazen de bırakılması dileğiyle...



Sunday, December 29, 2013

Thursday, December 26, 2013

if you are sad


If you are sad… but you don't have to be sad. I really like this short film for not being sad.



Wednesday, December 25, 2013

Minik bir anı


 Gecenin bir yarısı düştü aklıma, neden diye sormak manasız. Özledim. Minik bir yoğurt dondurmacı vardı caddenin sonunda. Bordeaux desen hep soğuk, hep bir rüzgar, hep mi bembeyaz kireç surat Buse, evet hep. Ama sever ya hani Buse dondurmayı, her gün evet evet her gün oradayım. Alıyorum en kocamanını kabın gidip sıkıp dolduruyorum. Geçiyorum toppinglerin başına, koyuyorum da koyuyorum ta ki taşıyor o zaman duruyorum. Ilk tanıştığımızda deliymişim gibi bana bakıyor sahibi, alışıyor sonra ama onca zaman her gün git gel asla tanıdık olmuyoruz olamıyoruz, karakterlere aykırı. Elimde eldiven, kulağımda kulaklık. ilk kulaklığım dikkatini çekiyor insanların evet evet onca zaman benden başka kulaklık takan görmüyorum. Yavru maymunmuşum gibi birbirlerine beni gösterip şaşkın şapşal sırıtıyorlar, şaşıyorum. Oradan aldım çünkü; en işlek caddenin en büyük mağazasından. Olmayacak bu Fransızlar diyorum bir kez daha. Neyse nerede kaldık hava buz, rüzgar o lanet okyanustan, ne giysem boş. Kulaklık, eldiven ve elimde koca kap frozen yogurth. Hem donuyorum, hem yiyorum. Nasılda yavaş yiyorum hiç erimiyor çünkü. Neyse ilgiyle, sevgiyle, aşkla yutarken her kaşığı, bana bakanlar artıyor. Şaşkınlar belki yine, kulaklığım da var hani giden geri geliyor, dayanamıyor bir kap alıyor. Bakan bir daha bakıyor dayanamıyor bir kapta o alıyor. Kalabalık artıyor. Her gün aynı ritüeli gerçekleştiriyoruz bordeaux halkıyla. Sahibine gelince bunca olaya rağmen asla tanıdık olmuyoruz olamıyoruz karakterlere aykırı. Ne de olsa ben dünyalı oysa bir Fransa vatandaşı. 







Tuesday, December 24, 2013

Bu çocuk


 Ne yazıyor bu kadar bu çocuk durmadan. Farkında değil mi günlük gibi kullandığı bu beyaz sayfaların nasıl da zıp zıp zıplayıp yayıldığının? Hayır kime ne ki bu çocuğun ilginç iç dünyasından. Yetmezmiş gibi bir de karman çorman. Bazen cookie, bazen krema. Bazen yaşam, bazen dizlerini karnına çekip de yatmış odaklanan bir şaşkın biraz şapşal. Bazen biraz hayal, bazense saklanamayan kırılmalar. Ne yazdı bu çocuk böyle durmadan. Anlattı anlattı. Bıt bıt konuştu. Yazarken kendi kendine konuştu durdu. Yüksek sesle okudu, duydu duydu duydu. Ne yazdı bu çocuk, ne sevdi bu çocuk, ne üzüldü bu çocuk, ne güldü bu çocuk, ne yaşadı bu çocuk ama ne büyüdü bu çocuk. 
 Sizde dinlediniz bu çocuğu. O kendini bulmaya çalışıp yazarken, konuşurken kendiyle bu beyaz sayfalarla dinlediniz bu çocuğu.
 Minettar bu çocuk.
 Size ve kendine, her şeyiyle bu yaşama minnettar.



Monday, December 23, 2013

Bir gün biz masal dinlerken


Bir akşamüzeri minderler, mumlar ve biz halka yapmıştık kocaman. Büyük çocuklar olup masal dinleyecektik. Sabırsızdık ve heyecanlı. Açılışı iskelet kadınla yapmıştı Didem. İlk cümleyle bambaşka yerlere taşımıştı bile herkesi; ailesinin onaylamadığı bir şeyi yapıp uçurumdan atılan kız demişti. Ve herkes kendi masalını yazmayı iş bilmişti.
İşte bu da benim iskelet kadınım…
Günlerden bir gün ailesinin onaylamadığı bir şeyi yapıp uçurumdan atılmıştı iskelet kadın. Yorgundu, bitkindi, savrulmuştu ve buluşmuştu dalgalarla. Sakince, sessizce teslim olmuştu sanki o akışa. Sürüklendi, sürüklendi…
Zamanlardan bir zaman bir balıkçı vardı kasabada, kimsenin gitmediği o koya sürükledi bizim iskelet kadını sürükleyen o dalga; onu da…
Korktu balıkçı, korktu iskelet kadın…
Soğuk, sessiz, belki biraz dalgalı…
Attı oltasını balıkçı, takıldı iskelet kadın. Balıkçı çekti, kadın korktu. Balıkçı asıldı, kadın savruldu. Ürperdi balıkçı gördükleri karşısında, çekti kayığı kıyıya ve başladı koşmaya, farketmedi ama her adım da iskelet kadın da yanında…
Eve gitti ve karanlığa fırlattı oltayı. Zaman geçti belki de geçmedi. Baktı balıkçı iskelet kadın orda yalnız, soğuk belki sadece yorgun. Yanına yaklaştı ve usulca her karışmış parçayı yerlerine bıraktı. Uykusu gelince usulca yığıldı, iskelet kadının yanında uykuya daldı. 
Gecenin karanlığını, sessizliğini balıkçının kalp atışları bozdu. İskelet kadın duydu. Aç olduğu o sesi istedi, çok istedi. Elini daldırıp balıkçının yüreğini söküp aldı. Her ses, her nefes, her yaşam, her an hayata döndürdü iskelet kadını. Balıkçının yüreğini alıp yerine bıraktığında iskelet kadın değildi artık. Usulca sokuldu balıkçıya.
Zamanlardan bir zaman uyuyakaldılar ve zamanlardan bir zaman hiç uyanmadılar.





Sunday, December 22, 2013

nımnım


Sometimes i feel like some pastry creams have their own character. Believe me they really do.




Saturday, December 21, 2013

lets find the joy


 You know that place between sleep and awake, the place you can still remember dreaming? That’s where I will always love you, that’s where I will be waiting for you.”

Peter Pan



Tuesday, December 17, 2013

Monday, December 16, 2013

Babam ve ben


Merhaba, bir kaç itirafım olucaktı. 
Babam ve ben genelde gülerken koltuktan düşüyoruz. 
Babam ve ben beraber sinemaya gitmeyi çok sevip sıkıcı filmlerde popcornu avuç avuç yiyoruz. Babam ve ben, ben yoga yaparken çok eğleniyoruz; başıma gelip ommm ombir diye sesler çıkardığında kahkahayı patlatıyoruz.
Babam ve ben, ben yurtdışına çıkarken çok ağlıyoruz. 
Babam ve ben, beğenmediğimiz hiçbir şeyi yemeyip aç kalıyoruz. 
Babam ve ben, sabahları muz ve müsli yiyoruz. 
Babam ve ben, en çok karamelli tuzlu lindt seviyoruz. 
Babam ve ben, crocs giyiyoruz.
Babam ve ben, kokoreçe bayılıyoruz.
Babam ve ben, kermit seviyoruz.
Babam ve ben, bazen benim hareketlerime anlam veremiyoruz. 
Babam ve ben, tuz kullanmıyoruz. 
Babam ve ben, ağzımızı açıp poz veriyoruz.
Babam ve ben, deniz yolculuklarının peşinde koşuyoruz. 
Babam ve ben, çaya karanfil atıyoruz. 
Babam ve ben, birbirimize dostum diyoruz. 
Babam ve ben, sabah erkenden kalkıyoruz.
Babam ve ben, baba ve benden çok daha fazlası oluyoruz. 
Babam ve ben, çok benziyoruz. 









Sunday, December 15, 2013

Alive


Don't you enjoy being alive? Don't you like feeling: this is me, this is my hand, this is my leg. I'm real, I'm solid,  I'm alive! Don't you like this? 

Saturday, December 14, 2013

Longtime


It's been a longtime since you gave me butterflies
It's been a longtime since I seen your burning eyes
It's been a longtime since we tripped into this ditch
It's been a longtime since we drank the arsenic

But I don't mind, no I don't mind.

Being in love or more than that. 


Thursday, December 12, 2013

Joy


Rome with love

                           

Tuesday, December 10, 2013

Being strange


 I used to think I was the strangest person in the world but then I thought there are so many people in the world, there must be someone just like me who feels bizarre and flawed in the same ways I do. I would imagine her, and imagine that she must be out there thinking of me, too. Well, I hope that if you are out there and read this and know that, yes, it’s true I’m here, and I’m just as strange as you.

I like Kahlo, i really do.



Monday, December 9, 2013

For a moment, i am aware


As I realize this moment, it expands, it grows into more moments, each its own entity. Filled with whatever it may hold.
As I open my eyes, my heart, my mind, the moments continue to grow, until I reach a level of mindfulness I had lacked previously.
As I adopt mindfulness into my life, I find that each moment becomes more important, more real, less important as it fades, and I learn to “Be here now.” How many times have I heard and shared that ‘the now’ is all we have? This moment is the only moment…
Adopting an attitude of mindfulness requires effort.
We are continually programmed in many societies to reject the possibility that satisfaction can occur moment by moment. We are taught to want more, strive for more, dream bigger, and push forward toward our goals.
We are inundated with multiple images on screens, billboards, televisions, iPods iPads, desktop laptop, top to bottom front to back we are sent pulsating flickers of who what how why our lives should be made better easier faster richer… more more more! Rarely are we taught to…Stop.
Listen.
Feel.
Smell.
Look.
Touch — just to feel the energy transfer.
Not to move toward the next thing, but to observe and ingest what is happening

Exactly In This Moment.

Rebelle Society


Sunday, December 8, 2013

Güneşi beklerdim


 Ben her gün güneşi beklerdim. Kocaman camımın yanındaydı yatağım, gözümü açardım beklerdim. Gelmezdi bazen günlerce, aslına bakarsanız haftalarca. Ama ben yine de güneşi beklerdim. Tenim gitgide beyazlardı korkardım ama beklerdim. Ne zaman ki güneş çıktı fırlardım sokağa, koşardım larnicol'a. Alırdım bir poşet doldururdum macaronları. Ben en çok yabanmersinli severdim. Koşardım brioche a bir baget kapardım hemen, yanında ki suya bagetten fazla para öderdim. Jardin public e gitmeden meyva alırdım genelde hep berry kapardım. Ömürlük berry yemiştim. Bazen bir minik şarap ve İngiliz cipslerinden de alırdım ve aslında çok severdim. Park nasıl dolu olurdu çünkü sadece ben beklemezdim güneşi, herkes beklerdi. Kendime bir yer bulurdum çimlerde, yayardım ceketimi. Kıvrıla kıvrıla aldıklarımı yerdim. Yetmezdi ordaki minik büfeye dadanırdım ve almaya ve yemeye ve içmeye devam ederdim. Sonra uykum gelirdi. Altımda ki ceketi alır üstüme örterdim. Çoraplarımı çıkarırdım yıllardır güneş görmemiş ayaklarım ısınsın isterdim. Uyanırdım sonra yine kedi gibi mayışıp güneşin bedenimi sarmasını beklerdim. Ben hep beklerdim. Sonra güneş terk ederdi şehrimi. Toparlanırdım eve dönerdim. Ertesi sabah yine beklerdim. Haftalarca gelmeyecek olan o güneşi beklerdim. Geldi mi sadece bana değil şehrime hayat gelirdi. Bize hayat gelirdi. Ve biz bıkmadan her sabah o güneşi beklerdik. Kocaman camımın yanındaydı yatağım, gözümü açardım beklerdim. 




Saturday, December 7, 2013

i am paradox


Tu as raison.
I start to use my blog as a diary of my feelings. Tu as raison. I am a paradox. I want to be happy, but i think of things make me sad. I am lazy, yet i am ambitious. I don't like myself, but also i love who i am. I say i don't care, but i really do. I crave attention, but reject it when it comes my way. I am a conflicted contradiction. If i can't figure myself out, there is no way anyone else has. Tu as raison. I am a paradox but a lovely one, lively one.




Thursday, December 5, 2013

Deal?


When i am sad i feel ugly, i want to go to space and i hope aliens will destroy the earth!



Wednesday, December 4, 2013

just a slice


 And somedays you don't expect a lot of things from life, maybe be just a slice of moelleux au chocolat…



Tuesday, December 3, 2013

La silence que je choisi


 Un jour quand je veux arrête; je vais; mais n'avant pas. Le jour quand j 'arrêterai, je n'ai rien. Un moment dans ma vie enfin j'ai compris les mots pas plus nécessaire. Le moment dans ma vie enfin je vis. La vie, ma vie; la bonheur, ma sourire, la silence que je choisi…




Monday, December 2, 2013

i am a murderer


 I am a murderer, i killed the girl that i used to be. Am i feel sorry, Do i have huge empty hands, Did i get hurt or did i make someone hurt… Not at all. Do i have huge easy smiles, Am i feel light, Am i proud… Not at all. I am a murderer, i killed the girl that i thought i have to be.  What i feel inside of my heart makes me a murderer which i feel proud to be.



Sunday, December 1, 2013

Olric


 Hadi olric toparla, hazırla gidiyoruz. Kimsenin bizi tanımadğı, sadece gülerek anlaşabiliceğimiz bir yere gidiyoruz. Sokaklarda dans edip çok üşümeye gidiyoruz. Berninilerin önünde diz çökmeye gidiyoruz. Pizzaları rulo yapıp yemeğe gidiyoruz. Yeni bir hayata gidiyoruz. Toparlan Olric Roma' ya gidiyoruz.