Thursday, January 30, 2014

keyifli


 Ömürlük keyifleniyorum bu şarkıyı söylerken dinlerken hem de tam 10 yıldır! Bağırıyorum, kimse görmez gibi dans ediyorum, herkes görüyor ve ben onları da keyiflendiriyorum. Keyifliyim keyifli çok keyifli! Başına camdan televizyon atılana adamın kliplerinin, şarkılarının, keyiflerinin şerefine.






Wednesday, January 29, 2014

mavi gökyüzü


Gitmek asla kolay değildir, asla ve giden bir çok yeni şey bulurken bir çok şeyi de kaçırır aslında. Giden bilmelidir gitmenin nasıl büyük bir özgürlük olduğunu, belki hayaller ve yeni umutlar olduğunu ama giden yine bilmelidir her adımın, her anın, her saniyenin nasıl da uzak olduğunu. Giden kaçırır yaşantısında ki o tatlı anları, bazen canından parçaları ama giden yeni tatlı anlar da katar hayatına yepyeni can parçaları. Giden için zordur neden sorusuna cevap vermek, giden için çok zordur o minik canavarların büyüyüşünü camın arkasından izlemek, giden için zordur sevdiklerini arkasında bırakmak belki de en çok unutulma endişesi taşımak. Gitmek bazen yalnızlığı kabullenmektir aslında bazen tek başına ağlamak, bazen tek başına gülmek ve bazen tek kişilik yemekler yapmak. Giden için en zoru ona bakan bir o kadar gurur dolu bir o kadar yaşlı gözlerdir aslında. Giden için en zoru, gitmektir aslında. Hayat kararlardan ibaretti büyük yolun ayrımlarında ki o küçük yollardan. Giden biliyor belki asla dönmeyeceğini ya da döndüğünde asla bıraktığını bulamayacağını, giden biliyor geri de bir sürü yeni hikaye ile dönüp anlatırken yabancı kalacağını. Gitmek özlemektir, korkmaktır, ağlamaktır, bırakmaktır, kaçmaktır, yorulmaktır, nefes almak ve bazen alamamaktır, koşmak bazen kahkalar atmaktır ama gitmek en çok inanmaktır. Gitmek masmavi parlak bir gökyüzünün altında yatıp uzanmaya inanmaktır. Giden bilir korkar ama giden inanır. Buse hep usulca mavi gökyüzüne inanır. O uzak gökyüzünün altında gözlerimi kısıp dudaklarımı düzleştirip gülümsemek dileğiyle.

Buse







Sunday, January 26, 2014

Gulya


Parfois la vie signifier l'aime, l'aime beaucoup. Parfois aimer le ciel, la sourire, l'odeur... Parfois les rêves avec lui, parfois les souvenirs qui nous avons eu dans notre vie. Parfois la vie signifier l'envie, l'envie pour l'amant. Mais pour moi la vie signifier tous avec lui. Pour moi une dame signifier son homme qui était sa vie, qui est sa vie, qui va être sa vie. La vie est ma vie, mais tous que j'ai et que j'aura avec lui. Voici écoutez! Ecoutez Gulya avec nous. Aimez comme nous, nous.










Thursday, January 23, 2014

Biraz fazla zeytinağacı


 Hayattan ne beklediğimi sorduklarında, usulca biraz zeytinağacı demek istedim ya da biraz fazla zeytinağacı, biraz uzanmak için yeşillik demek istedim üstümde bulutları görebileceğim bir açıklık, içerde kocaman bir mutfak demek istedim kokuların yükseldiği, sonra ortasında bir kuzine belki diye ekledim, bir oda dolusu kitap demek istedim okumaya ömrümün yetmeyeceği kadar çok dedim, chopin çalsın istedim her yerde biraz minik minik çalsın istedim, eşyaları ben yaratmış olmak istedim her birine içimden bir busenin dokunmuş olmasını diledim, biraz yakına kaçmak için eski bir bisiklet biraz daha uzağa kaçmak için eski bir araba istedim yeni değil diye belirttim, dolapta hep iyi bir kahve olsun istedim kavanozda ise hep eşlik edicek olan kurabiyeler dedim, minik bir golden istedim; evet eve girip çıkmasını da diledim, çok fazla cup sahibi olmak istedim bir dolap dolusu cup istedim, hep bir mum yansın istedim bazen alevine dalmayı ve hayal etmeyi diledim, bazen rüzgar; yağmur; kuş ya da su sesi duymak istedim, bazense sadece balık kokusu duymayı diledim, bazı günler o şarabı koklamak ve anlamakla uğraşıcam derken içmeyi unutup bunu da farkedip kahkahalar atmak istedim, kendi minik taştan yerimde pişirdiğim her şeyin kendi minik çevremden gelmesini diledim ama bu fikri bir fransız hocamdan çaldığımı da itiraf ettim ama en çok zeytinağaçlarını istedim çok istedim. Hayattan ne beklediğimi sorduklarında hepsini sığdırdım, gülümsedim ve tam da böyle gülümsemek dedim. 


Monday, January 20, 2014

mırıldanmak


I don't drink coffee I take tea my dear
I like my toast done on one side
If, "Manners maketh man" as someone said
Then he's the hero of the day
It takes a man to suffer ignorance and smile
Be yourself no matter what they say
Takes more than combat gear to make a man
Takes more than a license for a gun
Confront your enemies, avoid them when you can
A gentleman will walk but never run
I'm an alien I'm a legal alien
I'm an Englishman in New York
I'm an alien I'm a legal alien

I'm an Englishman in New York

 Ben bu aralar hep böyle mırıldanıyorum insanlar varsa minik yoksa büyük dans ediyorum. Varlarsa onlarda mırıldanıyorlar ya da dans ediyorlar ya da ben öyle görüyorum. Ve aslına bakarsanız i am an alien i will be a legal alien in NY. As we said once Big apple Ecot!


Sunday, January 19, 2014

ben ve doğduğum yer


 3 senelik bloğumun en ciddi yazısı belki de bu, bilmiyorum. Sadece bu akşam içimden bunları yazmak geliyor ki bilirsiniz ben bu beyaz sayfaları herkesin okuduğu günlüğüm gibi görüyorum. Ben ve doğduğum yer dedim, ilk başta ben ve ülkem yazmıştım değiştirdim. Aylarca Türk olduğumu sakladım yurtdışında yaşarken, söyleyemedim, utandım, çekindim, sıkıldım. Çünkü ne zaman söylesem onlarca soru ile karşılaştım. Belki onların cehaletiydi bu, belki benim ve ülkemin bilinmezliği ya da belki de en çok sıkışmışlığı. Hep öğrendiğimiz gibi köprüydü bizim ülkemiz, ait olamayan bir köprü ve bizde ait olamayan o köprünün daimi yolcuları. Kimi zaman kendi alfabenle yazar mısın dediler bana, kimi zaman nasıl şarap içtiğimi sordular, kimi zaman nasıl bu kadar çok yabancı dil konuşabildiğimi yargıladılar. Haklıydılar. Bazılarına ilerleyen konuşmalarda ülkemi anlatırdım. İnanmazlardı, çabalardım. Hala bekliyorum Jose diye bir Amerikalı arkadaşımı, çok sevmişti beni ve çok merak ederdi ülkemizi gelmek istediğini anlatırdı. Oysa bana İstanbul ile ilgili ilk sorduğu şeyler suçlar, din, tecavüz, cahillik gibi şeyler olunca bana nasıl baktığı konusunda korkuya kapılmıştım. Alman bir arkadaşım vardı Raphael, Dünya'da tek sevdiği Türk'ün ben olduğumu söylerdi ve onu da Yunan kırmama bağlardı. Şanslıydım Özel okullarda okumuştum, iyi yönlendirilmiştim ama bende yönlenmeyi bilmiştim. Şanslıydım geniş bakmayı daha 7 yaşında bana ders vermeye başlayan Celia ile tatmıştım, pörtlek gözleri vardı. Şanslıydım Dünya'yı görmeye 6 yaşında başlamıştım hala da görüyorum ve görücek çok şeyim var bunu da biliyorum. Üzgünüm çünkü bir süredir buraya sadece doğduğum yer diyorum, çok zor geliyor ülkem demek belki de insanlarım demek. Sıkışmış bir toplumuz biz. Siz değil bende. Bir yanım doğuluyken bir yanım batılı, Neresi, ne zaman ağır basar karmaşalı. Zor bir toplumuz biz çoğu zaman çıkaramayan o gözlüklerini, yargılayan, eleştiren ama asla eleştirirken kendine dönmeyen, bilmeyen mutlu olmayı asla bilmeyen. Kime sorsam hayat zor diyen bir toplumuz biz! Her seferinde her iş zor hayat zor diyen! İyiyi asla göremeyen bir toplumuz biz, teşekkürü bilmeyen. Okumayan bir toplumuz biz; geçen günlerde bir yazı yazmıştım duvarıma kocaman blog okuyun diye Dünya'nın bilmem neresinde ki insanlarının hayatlarına, tabaklarına ortak olun diye. Sonra güldüm kendime ekledim sonuna boşverin ya da sadece okuyun diye. Çünkü daha okumayı bile beceremeyen bir toplumuz biz. Ülkemin her yanı tarihken benimle mezar kazıcısısın diye alay edenlerin olduğu bir toplumuz biz! Tiyatro ne bilmeyen vericeği üçkuruş parayı bilmeden pahalılığından yakınan. Hiç durmadan türk kahvesi içen toplumuz, sabit tutan değiştirmeyen. Bağırıp çağırıp söylenip hepsini yutup da oturan bir toplumuz. Görmeyen bir toplumuz biz, göremeyen; bilmeyen bir toplumuz belki de bilmek istemeyen. Ben en çok kendi insanımı özlemiştim uzakta. Sıcakkanlılığını, gülümsemesini, bazen yardımseverliğini; ama görüyorum ki şimdi bunlar yetmedi asla da yetmezdi. Bu tanımlara sığınmış bir toplumuz biz. Bu tanımlara sığınmış bir Buseyim ben. Ne doğulu ne batılı. Ana tarafı yunan, bulgar, baba tarafı bir başka. Karman çorman bir toplumuz biz. Karışmış kalmış çözülemeyen. Şimdi oturmuşum da diyorum Bade ne zaman çıkar bunun içinden ne zaman alırım onu kurtarırım. Bir insanı kendi ülkesinden kurtarma çabası; ama istiyorum ki kendi hayatını yaşasın. Kimsenin baskısından korkmadan, haksız sözlerin altında kalmadan. O benim her şeyim, istiyorum ki paşa gönlü bilsin. Keşke daha saygılı, daha umutlu, daha sosyal, daha özgür, daha mutlu, daha hayat dolu yani daha insan bir toplum olabilseydik biz. Doğu ve Batı arasında ki köprü, o köprünün insanları, o köprünün yorgun ve gitgide umudunu kaybeden insanları. Nasıl bu hale geldik biz ya da farkedemedik de şimdi mi görüyoruz hep böylemiydik biz. Köprüde fena halde sıkışmış Buse'den sevgilerle.

Saturday, January 18, 2014

penguen


Penguen
penguenim ben 
öteki mevsimlerden öteki denizlerden gelen 
başkaları da anlıyor bunu 
ben başkalarından anladım 


Thursday, January 16, 2014

Wednesday, January 15, 2014

Apres ce jour-la


Salut...

 Je ne suis pas sur, pourquoi je fais ce post en français; peut-être me manque, je m'ennuie vraiment, absolument... Alors, quand j'écris, je lis. J'aime ce que j'entends. Quand je lis, j'aime ce que je me souviens. Apres ce jour-la, je ne me sens jamais a la ma maison! Je me sens seulement je suis a la maison! Je m'ennuie les choses qui commencer avec ma et mon... Je suis fait avec la monde, je besoin de ma monde... 

Cordiallement

Büz


Tuesday, January 14, 2014

şu deliler


 Şu deliler akıl hastanesine kapatıldıkları için neden o kadar öfkelenirler, akıl sır erdiremem. Çok canın çekerse, çırılçıplak soyunup yerlerde sürünebilir, çakallar gibi uluyabilir, iyice tepen atarsa önüne geleni ısırabilirsin. Bütün bunları sokağın ortasında yapmaya kalksan, millet hayretten donakalır, küçük dilini yutar; oysa böyle şeyler orada son derece doğal karşılanır. Dilersen Tanrı Baba olursun, dilersen Meryem Ana, Papa, İngiltere kralı, İmparator hazretleri ya da Aziz Venseslas. Sosyalistlerin bile düşleyemeyecekleri bir özgürlük vardır orada.

Jaroslav Hasek

Saturday, January 11, 2014

korku, korkmak, korktu



 Korktu. Gidip de varamamaktan değil, varıp da dönüş yolunu bulamamaktan değil, dönüp de geride bıraktıklarını yerinde bulamamaktan değil; bir kendini bulamamaktan, bulduğunda korkmaktan korktu. 



Friday, January 10, 2014

aferin kızıma


 Tam tamına 1 sene önce, soğuktu odam ve boş. Sesim yankılanıyor derdim, yankılanırdı da. Dolapta biraz yumurta ve süt ve yoğurt ve eminim biraz da çikolata. Boştu odam, yalnızdı. Eminim korkarak uyumuştum ve eminim kapının altından sızan o ışığa bakmıştım. Üşümüştüm daha yoktu yorganım. Belki şişti gözlerim doğru, belki ağlamıştım. Yalnızdım. İlk kez o kadar uzak ve yalnızdım. Tam tamına 1 sene önce ilk kez öyle derin yalnızlığı tatmıştım. Korkardım doğru çok korkardım evet doğru başta ayakkabıları kapının arkasına sıralardım. Geceleri arada uyanırdım sızan ışığa bakardım ve bazen kötü bir rüya görüp bağırarak uyanırdım ama kimseye duyuramazdım. Tam tamına bir sene önce halım yoktu daha attığım her adım yankılanırdı. Henüz dolanamamıştım sokaklarda nerde olduğumu bile anlayamamıştım. Yine de vardı laduree'm biraz girer girmez havaalanından almıştım. Tam tamına bir sene önce güçlü olabilmenin ilk adımını atmıştım. Şimdi baktığımda omzumun üzerinden doğru ağlamıştım, yıpranmıştım, gülmüştüm, koşmuştum, yemiştim, içmiştim, krizler geçirmiştim, yalnız kalmıştım, yapayalnız kalmıştım, kapının altından sızan ışığa bakmıştım, macaronda boğulmuştum, yorulmuştum, büyümüştüm, her gün değişmiştim, her gün anlamıştım, her gün adım adım çoğalmıştım. Tam bir sene önce bugün beni böyle güzel değiştiren o hayata adım atmıştım. Ve tam tamına bir sene sonra oturmuşum sıcak odamda yanımda biraz çorba, en sevdiğimden hastayım diye annem yapmış, içerden gelen sesler var ve bağırsam duyarlar,  ağlasam sarılırlar, gülsem gülerler, hemen şimdi uyusam endişelenirler. Hepsi güzel hayatta ki her an güzel, yaşamayı bilene, yaşayıp da bir şeyler öğrenene. Tam tamına bir sene önce, tam tamına bir sene sonra. Aferin kızıma.


ben ve les crepes ve les dentelles


Uyandım erkenden ki hep erkenden uyanırım. Fırladım yataktan biraz süt içtim ve birşeyler pişirmek istedim. Attım yeni karışımı fırına mis koktu. Biraz yeni ganaj ve biraz da daha geçen hafta deliler gibi uğraşarak yaptığım o crepes dentellesler. Hazırdım, mutluydum. Birileri yesin bende suratlarına bakıyım diye bekliyordum. İnsanlar geldi. Fotoğrafları çekildi. Mutluydum. Yüzlerde şirin gülümsemeler oldu. Buse dendi nasıl dendi hey dendi ho dendi. Başladım anlatmaya işte dedim karışım dedim şunu dedim ganaj dedim bunu koy dedim ama dedim o dedim crepes dedim dentelles dedim olmazsa olmaz, nasıl çıtır nasıl özenli nasıl zor ama nasıl mecbur dedim. Baktım pırıldayan gözler dolmuş soru işaretleriyle anladım anlatamadım dedim. Yok dediler crepes dediler dentelles dediler biz dediler bilemedik dediler. Ah dedim of dedim. Lucas'nın bana bıkmadan Fransızca anlatışını duyar gibi oldum. Hislendim. Oysa herkes bilirdi ya hani orda crepes dentelles'i, sanki burda tek bilen bendim. Gömdüm başımı kuma ben ve les crepes ve les dentelles dedim. Üzerine ne isterseniz koyun boşverin siz crepes' i de dentelles'i de dedim. Yürüdüm gittim.



Wednesday, January 8, 2014

Monday, January 6, 2014

Vintage


 I looked to the sky and just whispered, next year in these times i am gonna have my vintage bike with a vintage basket in a vintage town with a vintage clothes with a vintage song. Next year in these times i will post another vintage to you. Never forget if you have dreams you will get your dreams.




Sunday, January 5, 2014

Ya da


 Ben bir gün güzel bir akşam yemeğinin ortasında tam da şöyle dedim, şey ben arkeolog olucam. Usulca çevrildi başlar olmaz dendi. Sonra ben bir gün sokuldum mutfağa ve tam da şöyle dedim, şey ben arkeolog olmak istiyorum. Usulca çevrildi başlar olmaz dendi. Sonra ben bir gün daha denedim şansımı usulca oturdum koltuğa, şey ama ben arkeolog olmalıyım dedim ve sertçe çevrildi başlar, olmaz dendi ve ben arkeolog oluyorum. Unutmuyorum; bir gün nasıl taşıdığımdan bir haber olduğum o eşyalarla nasıl araziye çıktığımı ya da nasıl ayakta uyuduğumu ve Osmanın beni uyandırmamasını ya da nasıl minik bir çapayla eşelendiğimi ya da nasıl roka ektiğimi ya da nasıl tam duşa giricekken bana bakan bir kurbağa ile karşılaştığımı ya da nasıl sabahın altısı olmasına rağmen çerçevemi topladığımı ya da nasıl bir çuval çilek yiyip hasta olduğumu ya da nasıl uykusuzluğa dayanamadığımı ya da nasıl her yıkadığım seramik parçasına bir yandan lanet yağdırıp bir yandan acaba bir şey var mıdır var mıdır diye baktığımı ya da avazım çıktığı kadar beyler diye bağrışımı ya da karpuzu yumrukla kırıp da yediğimi ya da sıcak ekmeğe süreceğim o çikolatayı cuma günleri nasıl beklediğimi ya da nöbetçi olup 30 kişinin bulaşığının ne demek olduğunu gördüğümü ya da yanıma yanaşan ineğin kocaman siyah diline bıraktığım o bisküviyi ya da biri puding yapmış mıdır ki diye kapkara bir suratla burun deliklerim bile toprak dolu eve inişimi ya da bir süre sonra aldırmayışımı nasırlarıma ya da bin tane bıktırıcı sorumu ya da sebilde kalan o bir damla suyu ya da yeşil kuyu suyunda yıkanışımı ve buz gibi oluşunu ya da en son kitap sayfasının üzerinde ağzım açık uyuyuşumu ya da edanın yaptığı mozaik pastayı ya da bakkalın kolayı bardağa koyup da satmasını ya da nasıl ağladığımı ya da nasıl güldüğümü ya da nasıl sabretmeyi öğrendiğimi ya da nasıl büyüdüğümü... Ve aslında çok güzeldir anılar, tecrübeler daha da, ya da ya da...

                                   

Saturday, January 4, 2014

peynirin küfü


 Evde gerçekten aşamadığımız bir sorunumuz var. Ben deli oluyorum peynire, bazen tüm bir gün peynir yemenin peşinde koşuyorum. Utanmasam, çekinmesen sandalyeyi çekicem açık dolap kapağının içine elimde bir bıçakla peynir rafında dolanıcam bütün gün ama neyse ki utanıyorum. Gelelim aşamadığımız soruna, kendime özene özene o küflü; evet annemin tek kelimeyle aşağlayarak küf dediği o katmana özen göstererek ve o katmanı bol tutarak, o peynirden kesiyorum. Sadece iki dakika ortadan kayboluyorum ve o da ne küfüm gitmiş. Kalmış mı ortada küfsüz bir peynir. Başlıyorum bağrınmaya söylenmeye; yoga, karma boşuna küfü almışlar diyorum küfü! Gidiyorum annemin başına bunu bana neden yapıyorsun diyorum neden? O küf diyor bana, aşağlıyor ve tek kelimeyle yıkıyor o dokuyu ve küf diyor, mikrop diyor, pis diyor, kaka diyor, diyor da diyor. Gözlerim dolu uzaklaşıyorum acaba tabağa mı ayırdı çöpe mi attı diye bakınıyorum. Neyse ki bir dilimde küflü kesiyorum, giden küflere yanıyorum.  Ben ve küflerim, peynirin küfü, busenin küfü. 

Friday, January 3, 2014

Koklayan Buse


 Ben yemeden önce koklarım, içmeden önce koklarım. Bazen anlamsız ya da karışık görünür bu yaptığım ama ben umursamam ve belli etmeden koklarım. Çabalarım her nefeste farklı bir uyumu algılamaya. Evet bazen annem söylenir Buse koklama der bana ama şey, ben kokluyorum. Peki bunun ne alakası var Arpege ile diyenler için evet başlıyorum. Önce sakince oturdum düşündüm nereden geliyor bu Arpege ismi diye. Baktım ki bir akor ama yok yok dedim ve sonra verdim kararımı kendi kendime dedim ki Paris'te ki şu ünlü Alain Passard şefliğinden. Yok yok dedim akor ve yok yok dedim minik alıntı ya da belki minik bir anı. Derken kendi kendime yok yok, biraz bakınınca anladım o uyum ve akor olduğunu tüm bu çabanın. İlk başta Fransa'da eve giderken uğradığım o minik patisserie'yi hatırlattı bana. O az sayıda ama nasıl da lezzetli tatları. Evet ben onları da koklardım. Koklamak algılamaktı, anlamaktı, her nefes de farklı bir ayrıntıyla çarpışmaktı. Sonra o lezzet büyüledi beni, her şeyin o kadar özel olduğu belliydi ki. Sonra macaronlara dokundum, kokladım evet en sonunda baktım baktım tattım. Bilemezsiniz iyi bir limonlu ne demek dokunmadıysanız, koklamadıysanız, tatmadıysanız. Ya da gerçek bir tarte fraise de olmayan o yoğun kremanın kıymetini bilemezsiniz, ayırt edemezsiniz gerçek bir tarte fraise' e dokunmadıysanız, koklamadıysanız, tatmadıysanız. Bilemezsiniz istediğiniz anda gerçek bir patisserie francaise'ye ulaşmanın kıymetini eğer onlarla yaşamadıysanız. Sonra sakince oturdum düşündüm koklamak uyumdu benim için. Şey, evet ben kokluyorum. Ve bana tüm kokularda anılar, yaşanmışlıklar, tatlar, hazlar sunan o eclair'e ve içinde ki bourbon tipi vanilya çubuğunun kullanıldığı o tanecikleri gördüğüm, seçtiğim, hissettiğim, kokladığım o kremaya minnettarım.  
Hayattan haz almanız dileğiyle. Vanilyaya bulanmış, koklayan Buse.




Wednesday, January 1, 2014

piki


 Bir yolunu bul! Bir hayalin var. Önünde bazı engeller var. Hepimizin olduğu gibi. Hiç birimiz bu hayatı kalbimiz kırılmadan, hengamelerle boğuşmadan geçiremeyiz. Ve inanırsak, düşüp yeniden kalkarsak ve insanların harika bir özelliği olan inatla inanırsak bir yolunu bulabiliriz! 
Bir yolunu bul! Bir hayalin var!

tedtalks